28 Şubat post modern darbesinin üzerinden geçen 23 yılın ardından bugün daha net görülen tabloda aslında o gün emperyalist güçlerin içerideki maşası konumunda olan vesayet odaklarının eliyle ülkenin birliğine ve ekonomisine bariz bir saldırı olduğu görülüyor. Şimdi 28 Şubat sürecini tekrar hatırlayarak hafızamızı tazeleyelim.
28 Şubat 1997 yılında ne yazık ki ülkemize siyasi, içtimai ve de ekonomik alanlarda tam manasıyla bir darbe, bir “kara leke” sürülmüştür. Milletin iradisiyle seçilen siyasi bir oluşuma demokratik ilkelere aykırı bir şekilde müdahale edilmişti. Hâlbuki demokrasi halkın iradesinin iktidar da olması değil miydi? Ama vesayet odakları halkın menfaatini hazmedememiş, halkın mücahidini devirmeye kalkışmıştı.
O günleri incelediğimizde 1995 seçimlerinde tüm medya karalamalarına rağmen Erbakan’ın önderliğindeki Refah Partisi sandıktan birinci parti çıkmıştı. Lakin dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel alenen hükümeti kurma görevini Erbakan’a vermiyor ve kızı diye tabir ettiği Tansu Çiller’e veriyordu. İlk başta ANAP ile ittifak yapan çiller ANA-YOL ortaklığında hükümeti idare etmeye çalışıyor. Ama Sayın Erbakan’ın bir sözü her şeyi açık bir şekilde ifade ediyor: “Bu hükümet bizsiz iki ay devam edemez!” Evet, iki ay sonra hükümet yıkılıyor ve Çiller, Erbakan ile hükümeti kuruyor.
Artık yeni bir dönem vardı, “REFAH-YOL”. Adı gibi milleti refaha erdirmeyi amaçlıyordu. Öyle de oldu. O dönemde halk denk bütçe ile tanışmış ve bu bütçe doğrultusunda ekonomik anlamda bir hamle yapan Erbakan önderliğindeki Refah-Yol hükümeti tüm devlet çalışanlarına tarihi zammı yaparak rahata erdirmişti. Çalışanlar ekonomik anlamda rahat bir nefes almış ve bu olumlu hava ülkenin tüm ekonomisine sirayet etmişti. Artık işin ehli işin başındaydı. Ayrıca Sayın Erbakan İslam ülkelerinin liderleriyle görüşerek bir birlikteliğin başlangıcına zemin hazırlıyordu. Halk memnundu ama bazıları Refah Partisinin birinciliğini ve Erbakan’ın başbakanlığını nahoş bir şekilde karşıladı. Ülke içinde başta; TUSİAD, medya, askeri ve siyasi cenah olmak üzere yeni hükümete postal sesini hatırlatmaya başlamıştı. Bir de Erbakan dini grupların ve muhafazakâr kemsin önünü açınca birilerinden sesler yükselmeye başladı:“ İrtica geliyor, laiklik elden gidiyor!”
Artık kılıf hazırdı. Şimdi iyi bir algı operasyonu ile her şey çözülecek deniliyordu. Vesayet odakları tarafından sahneye algı oluşturmak için türlü türlü oyunları sergilenmiş, yargı ve basındaki elemanlar da yerini almıştı. Televizyonlarda sadece insanların gözünü korkutmak için haber veriliyordu. Tabii ki orduya sızmış, kendi menfi çıkarlarını ülkenin ve milletin çıkralarının üzerinde tutarak emperyalistlere hizmet eden komuta kademesindeki bazı şahıslar bilerek veya bilmeyerek milli iradeyi temsil eden seçilmiş siyasi iradeye yapılan operasyonlara motor gücü oluşturuyorlardı. Yaptıkları bu çalışmaları ise Batı Çalışma Grubu adı ile yürütüyorlardı. Aklını kiralamış bu emperyalizmin uşakları adım adım 28 Şubata hazırlıyordu Türkiye’yi.
Şeriat geliyor diye sesler yeterince yükselince tasfiye düğmesine basılmıştı artık. Gerekli kamuoyu oluşturulmuş, askeri tankların sesi sokaklarda yükseltilerek siyasi iradeye gözdağı veriliyordu. Bir darbe vardı ama öncekilere hiç benzemiyordu.
28 Şubat 1997’de olağanüstü toplanan Milli Güvenlik Kurulu laikliğin, Türkiye’de hukukun ve demokrasinin teminatı olduğunu beyan ederek eğitimden sosyal hayata kadar tüm dini faaliyetlerin önüne set çekmiş, muhafazakâr kesime pranga vurulmuştu.
Böyle bir kararı, Sayın Erbakan yumuşatılmazsa imzalamam diyerek haklı bir direniş ifa etmişti.
21 Mayısta yargıya sızmış kuklalar ise“ülkeyi iç savaşa sürüklediği” suçlamasıyla Refah partisinin kapatılması için dava açtı. 3 Haziranda Susurluk Davası yedi ay aradan sonra Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde başladı.
Bunları askeriyenin Yargıtay’a irtica hakkında brifing vermesi izledi. Ve o planlanan menfi plan zuhur ederek 18 Haziranda Erbakan başbakanlıktan istifa ediyor. 30 Haziranda da ANAP önderliğinde yeni hükümet ANASOL-D kuruluyor.
Sizlere 23 yıl önce yaşanan bazı tarihi olayın gelişme sürecini bir kez daha hatırladıktan sonra. Şimdi de perde arkasında olanlara bir bakalım. Bu durum iki ayağa bürünmektedir. İlk ayağı muhafazakâr kesime yapılan gayriinsanî muamele. Bura da laiklik adına milletin inancına müdahale vardı. Ama laiklik din ve devlet işlerinin birbirine karışmadan idame edilmesi değil miydi? Başörtülü bayanların kamusal alana inanışlarının bir göstergesi olan örtüleriyle çıkamamaları dine müdahale değil mi? Birilerinin inanışlarını tahakküm altına alıp onları asimile etmeye çalışmak laiklik ise bu olgu kendi kendini çürütmüş oluyor.
İkinci ayak ise bütün İslami gruplara operasyon yapılırken cemaatin oluşumlarına dokunulmamıştı. Bu sayede muhafazakâr ve mütedeyyin kısmın ilgisini FETÖ paralel devlet yapılanmasına temayül ettiriyordu. İleride ne yazık ki bu ülkeyi oradan da vurmaya çalışacaklar. Fetö 28 Şubat Darbesini destekleyen ve propagandasını yapan bir cemaatti. Çünkü Fetö’de, 28 Şubat’ı yapanlar da aynı yere hizmet ediyordu. Erbakan Başbakanlıktan hal edildikten ve partisi kapatıldıktan sonra Siyonist Yahudilerin önemli lobileri bu operasyonları bizzat biz yaptık diye izahlarını beyan etmiştiler. O gün milletin ve mütedeyyin kesimin iradesine karşı ortaya konulan oyunun ne kadar büyük olduğu şimdi daha net anlaşılıyordu
Oyun ne kadar da büyük değil mi?
Ne yazık ki bu millete hizmet edecek, yekvücut edecek insanlara her zaman çeşitli desiselerle mani olunmuştur. 28 Şubat bunun en büyük örneğidir. Biz o günlerde namaz kılıyor diye gözaltına alınan, örtülü diye mecliste, kamusal alanda protesto edilen, İslami hareketlere destek çıkıyor diye köstek olunan insanları unutursak aynısı tekrar başımıza gelmekle kalmaz daha da beterlerini yaşarız. Bu millete hizmet etmeyi şiar edinen Rahmetli hocamız Sayın Erbakan ve onun yol arkadaşlarını rahmetle yâd ediyor, 28 Şubat mağdurlarını canı gönülden destekliyoruz.
Unutmamalıyız ki, “Bizler hakikat uğruna mücadele vermez isek muhakkak zelil ve rezil olacağız.”
Yusuf SEZER
Bu ümmetin düşmanları ne dün ne bugün nede yarın düşmanlıklarından vazgeçmeyecek. Bizim asıl 28 şubat ımız cennet mekan Ulu Hakan Abdulhamit han ın hal edilmesiyle başladı ve biz gerçek müslüman olana kadar da bu 28 Şubat devam edecek.
Müsterih olunuz. zira Gül Ümmetinin direnişi bir diriliş başlatacaktır.
28 ŞUBAT postmodern darbesi demokrasi tarihimizde kara bir leke, demokrasinin katledildiği bir gün olarak hafızalara kazınmıştır. Türkiye, anti-demokratik müdahalelerin üstesinden gelmeyi başarmıştır.Bir daha böyle günlerin yaşanmamasını dilerim.
Yüce Yaradanın inayetiyle o günleri geride bıraktık inşallah…