İletişim Başkanlığı’nın düzenlediği “Uluslararası İdlib Konferansı” başladı. Cumhurbaşkanlığı Dolmabahçe Çalışma Ofisi’nde gerçekleşen konferansa Türkiye Cumhuriyeti İletişim Başkan Yardımcısı Çağatay Özdemir, ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, Suriye Ulusal Koalisyon Başkan Yardımcısı Dima Moussa, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Prof. Dr. Gülnur Aybet katıldı. ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, “İdlib’de yaşananlar uluslararası sisteme bir meydan okumaktır. Ve birçok başka ülkeyi de etkilemektir. Açık veya kapalı biçimde bu sürece dahil olan bir çok sayıda ülke var. Türkiye’nin rolünün ne olduğunu hepimiz biliyoruz” dedi.
Konferansın açılış konuşmasını yapan Çağatay Özdemir, şunları söyledi:
“Bildiğiniz gibi komşumuz Suriye’de yaşanan kanlı iç savaş, dokuzuncu yılını doldurmaktadır. Bu süre zarfında yüz binlerce insan hayatını kaybetmiş; milyonlarca sivil, komşu ülkeler başta olmak üzere yabancı diyarlara sığınmış; yine milyonlarca Suriye vatandaşı ise kendi ülkelerinin sınırları içerisindeki görece güvenli bölgelere giderek, bugüne dek hayatta kalmayı başarmışlardır. Birleşmiş Milletler’in ‘İkinci Dünya Savaşı’ndan beri yaşanan en büyük insani kriz’ dediği Suriye ihtilafı nedeniyle çok ağır bedeller ödeyen ülkelerden biri olduk. Senelerdir yaklaşık 3.5 milyon Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye, ekonomik gücü kendisinden çok daha büyük olan ülkeleri geride bırakarak ‘dünyanın en cömert ülkesi’ unvanına sahip olmuştur. Bir yandan kendi topraklarımızda yaşayan sığınmacıların eğitim, sağlık ve barınma gibi ihtiyaçlarını karşılarken, diğer yandan Suriye sınırımızın güneyinde yüzlerce kamp kurarak hayatta kalmaya çalışan milyonlarca insanın umudu olduk. Aynı zamanda Suriye’de hüküm süren şiddet ve istikrarsızlık, terör örgütleri için ideal bir ortam oluşturmuş; bu ortamdan beslenen eli kanlı teröristler, kalleş namlularını vatandaşımıza doğrultmuştur. Son yıllarda gerek DEAŞ, gerek PKK ve onun Suriye uzantısı olan PYD/YPG terör örgütleriyle kıyasıya bir mücadele verdik. DEAŞ terör örgütüyle mücadele etmek amacıyla Suriye’ye muharip güç gönderen ilk ülke, Türkiye olmuştur. 2016 yılında düzenlediğimiz Fırat Kalkanı Harekâtı ile DEAŞ terör örgütünü NATO’nun sınırlarından söküp attık; Avrupa Birliği ülkeleri başta olmak üzere dost ve müttefiklerimize rahat bir nefes aldırdık. Teröristleri, ‘son savaşa’ sahne olacağını söyledikleri Dabık’a gömdük; sözde devletlerinin en büyük merkezlerinden biri olan El Bab’ı hane hane teröristlerden temizledik.”
“RUSYA FEDERASYONU VE İRAN İSLAM CUMHURİYETİ İLE SÜRDÜRDÜĞÜMÜZ DİPLOMATİK TEMASLAR”
Çağatay Özdemir, “Fırat Kalkanı Harekâtı sırasında DEAŞ ile mücadelemize engel olmak isteyen PKK/PYD-YPG terör örgütünü, Zeytin Dalı Harekâtı çerçevesinde Afrin’den çıkararak, teröristlerin ülkemizi hedef almak için kullandığı bu bölgeyi terörden temizledik. Son olarak da Barış Pınarı Harekâtı ile vatandaşlarımıza yönelik saldırıların planlandığı, topraklarımıza tünellerle militan, silah ve patlayıcı sevkiyatının gerçekleştirildiği Tel Abyad-Resulayn hattını Bölücü Terör Örgütü’nden temizledik. Türkiye’nin Suriye Milli Ordusu işbirliğiyle huzura kavuşturduğu bu güvenli bölgelerde çocuklar okullarına devam etmekte, hastalar sağlık hizmetlerinden faydalanmakta, ekonomik hayat canlanmakta; özetle savaşın gölgelediği hayatlar günbegün normale döndürülmekte, insanların geleceğe dair umutları yeşermektedir. Bölgesinde her zaman barış ve istikrarın hâkim olmasını arzulayan, tüm adımlarını bu hedef doğrultusunda atan Türkiye, komşularının toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin muhafaza ve müdafaası için çalışmaya devam etmektedir. Bu yaklaşımımız, yaklaşık iki yıldır Rusya Federasyonu ve İran İslam Cumhuriyeti ile sürdürdüğümüz diplomatik temaslar neticesinde Suriye rejiminin saldırılarından korunan İdlib bölgesi için de geçerlidir” şeklinde konuştu.
Özdemir, “Bugün bir yandan Moskova’da yapılacak görüşmelerde bir mutabakat sağlanmasını ümit ederken, diğer yandan milyonlarca masum insanı, eli kanlı bir savaş suçlusunun insafına bırakmama kararlılığımızı sürdürüyoruz. Kimsenin bir karış toprağında gözümüz olmadığını yeniden teyit ederken, kahraman askerlerimizin saçının teline zarar vermeye kalkanları cezasız bırakmamaya ant içiyoruz. Bu vesileyle bir kez daha şehitlerimize Allah’tan rahmet, acılı ailelerine sabr-ı cemil, yaralı askerlerimize acil şifalar diliyorum. Belirtmek isterim ki; Büyük Türk milletinin Mehmetçik’le tek yürek olduğunu, Mehmetçik neredeyse tüm ulusumuzun da orada nefes alıp verdiğini kimse unutmamalıdır. Nitekim kahraman askerlerimize uzanan eller birer birer kırılmış; bugüne kadar masum sivilleri varil bombalarıyla vuranlar, açık havada rahat yürüyemez hâle gelmişlerdir. Dosta güven, düşmana korku veren kahraman ordumuz, milyonlarca masumun duaları ve milletimizin desteğiyle, silah arkadaşlarının kanını yerde bırakmamıştır” dedi.
“AVRUPA BİRLİĞİ’NİN İKİRCİKLİ TAVRINI ÖRTBAS ETME ÇABASI OLARAK DEĞERLENDİRİLEBİLİR”
“Türkiye Cumhuriyeti olarak, çatışmaların, gözyaşının, yokluğun, Ortadoğu’nun kaderi olduğu anlayışına karşı çıkıyoruz” diyen Özdemir, ” Sevginin nefrete, barışın savaşa, hakça paylaşımın çıkar çatışmasına üstün geldiği; kaynakların yayılmacılığa, silahlı vekillere, fitneye değil; vatandaşların refah ve mutluluğuna yönlendirildiği bir coğrafyanın hayalini kuruyoruz. Maalesef insana verdiğimiz önemin, bazı bölge ülkeleri tarafından paylaşılmadığına üzülerek şahit oluyoruz. Son günlerde Batı sınırımızda savaştan kaçarak Avrupa’ya gitmeye çalışan silahsız, savunmasız sığınmacıların Yunan askerleri tarafından katledilmesi, politikanın insandan kopmasının nasıl sonuçlar doğurabildiğinin açık bir örneğini teşkil etmiştir. Dünyaya insan hakları dersi verme iddiasındaki Avrupa Birliği’nin; dalgalı denizlerde çocukları taşıyan plastik botları patlatan, güçleri ancak masumlara yeten üniformalı haydutların sırtını sıvazlaması ise bir utanç vesikası olmuştur. Sözünün eri bir millet olarak, Avrupa Birliği ile 2016 yılında imzaladığımız mutabakatın gereklerini tam olarak yerine getirdiğimizi tekrar tekrar hatırlatmak isterim. Öte yandan Avrupalı dostlarımız, vize serbestisinden Gümrük Birliği anlaşmasının güncellenmesine, yeni fasılların açılmasından maddi yardım ve gönüllü geri kabule kadar verdikleri hiçbir sözü tutmamışlardır. Bu koşullarda ülkemizin düzensiz göç konusunda gerekli adımları atmamakla itham edilmesi, ancak Avrupa Birliği’nin ikircikli tavrını örtbas etme çabası olarak değerlendirilebilir” dedi.
“HASTALIĞA BİR ÇARE BULMAYA VAKFETMELİYİZ”
Özdemir, şöyle devam etti:
“Suriye krizi dokuzuncu yılını tamamlarken, artık günü kurtarmaya yönelik geçici tedbirleri bir kenara bırakıp, kapsamlı ve uzun vadeli çözümleri el birliğiyle hayata geçirmek zorundayız. Artık zamanımızı ve enerjimizi, semptomları tedavi etmeye değil; hastalığa bir çare bulmaya vakfetmeliyiz. Bugün İdlib’deki insani krizin durdurulması mümkün bile olsa, milyonlarca Suriyelinin, rejimin kontrolünde olmayan bölgelerde yaşadıklarını göz ardı edemeyiz. Bu insanlara bir gelecek icat etmek, Suriye’nin çocuklarını terör örgütlerine, insan kaçakçılarına yem etmemek; tüm insanlığın ortak görevidir. Ülkemiz, Suriye krizi özelinde insan odaklı yaklaşımının ne kadar samimi olduğunu sahada attığı adımlarla her zaman olduğu gibi dünde bugünde kanıtlamıştır. Nitekim Türkiye’nin, Suriye’de yaşanan insani krizi sona erdirmek için kapsamlı tek planı ortaya koyan ülke olması tesadüf değildir. Sayın Cumhurbaşkanımızın, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kürsüsünden tüm dünyayla paylaştıkları güvenli bölge planı, bölgemizi yeniden huzura kavuşturacak bir barış projesidir. Uluslararası toplum, daha fazla vakit kaybetmeden, bölgemizde barış ve istikrarı yeniden hâkim kılacak bu projeye destek vermelidir.”
JAMES JEFFREY: TÜRKİYE’NİN ROLÜNÜN NE OLDUĞUNU HEPİMİZ BİLİYORUZ
İletişim Başkanlığı’nın düzenlediği “Uluslararası İdlib Konferansı” İstanbul’da başladı. Cumhurbaşkanlığı Dolmabahçe Çalışma Ofisi’nde gerçekleşen Konferansa Türkiye Cumhuriyeti İletişim Başkan Yardımcısı Çağatay Özdemir, ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, Suriye Ulusal Koalisyon Başkan Yardımcısı Dima Moussa, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Prof. Dr. Gülnur Aybet katıldı.
Toplantıdaki oturumda konuşan ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, “İdlib halkıyla dayanışma duygularımızı göstermemiz lazım. Bu bölgede 3 milyon kişi var, gerçekten çok zor şartlar altında yaşıyorlar. Bir yandan Esat rejiminin baskısına maruzlar. Söz konusu rejim bir kez daha tamamen kendi vatandaşlarının umurunda olmadığını gösteriyor. Çok acımasız saldırılar düzenliyor sivillere karşı. Bu durum sadece ABD hükümetinin görüşünü yansıtmıyor aynı zamanda başka bağımsız kuruluşlarında hazırladıkları raporlarda aynı durumu görüyoruz. Birleşmiş Milletler yetkililerine sunulacak raporlarda da bu durum tekrar ifade ediliyor. Dayanışma dediğimiz ne anlama geliyor? Öncelikle insani yardım gerekiyor. Burada daha önce görüşmemiş boyutlarda bir insani kriz yaşanıyor, 21. yüzyılın en büyük insani krizi yaşanıyor. Suriye sınırında Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği de bu görüşü tekrar ifade etti. Ancak burada sadece bir insani krizden bahsetmiyoruz, bunu da unutmamamız gerekiyor. Suriye’de kimyasal silah kullanıldığını daha önce gördük. Kimyasal silah kullanımı sadece Birleşmiş Milletler kararlarının ve uluslararası anlaşmaların ihlali, kitle imha silahları kullanımın ötesine geçen bir durum söz konusudur. Esat rejiminin genel olarak attığı adımlar bütününün bir yansımasıdır” dedi.
“ULUSLARARASI DÜZEN AÇISINDAN CİDDİ BİR RİSK VAR”
James Jeffrey, “Rusya ve İran gibi Suriye destekçilerinin adımlarının İdlib’de kritik bir noktaya geldiğini görüyoruz. İdlib artık Suriye ihtilafının merkezi haline gelmiştir. Burada yıllarca öncesine, 1930’lu yıllara dönmemiz gerekiyor. O dönemde hatırlayacaksınız uluslararası toplumu zorlayan başka durumlarda vardı. Özellikle Güney Çin denizinde, Kırım’da huzursuzluk yaratan şeyler vardı. Ancak İdlib’de yaşananlar uluslararası sisteme bir meydan okumaktır. Ve birçok başka ülkeyi de etkilemektir. Açık veya kapalı biçimde bu sürece dahil olan bir çok sayıda ülke var. Türkiye’nin rolünün ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Rusya, İran, Lübnan’da Hizbullah koalisyon güçleri ki başında ABD var, kuzeydoğu da ve güneyde çeşitli operasyonlar yapıyor bu güç. Aynı zamanda İsrail hava kuvvetlerinin özellikle İran’a karşı operasyonlarının olduğunu, harekatları olduğunu biliyoruz. Aynı zaman bu güçler arasında bir ihtilaf olması söz konusu. Türkiye ve Rusya’nın mesela İdlib’de böyle bir ihtilaf yaşama olasılığı çok yüksek. Bu yüzden uluslararası düzen açısından ciddi bir risk var. Söz konusu riskin kaynağı kolektif güvenliğe karşı bir tehdit olabilir, Birleşmiş Milletler şartına karşı bir tehdit olabilir ya da doğrudan bir askeri çatışma söz konusu olabilir. Böyle bir riskin yüksek olduğuna inanıyoruz biz. Bu yüzden komşu ülke olarak Türkiye’nin bazı sorumlulukları var tabi. Özellikle güvenlik konusunda Türkiye’nin bazı sorumlulukları var. Suriye’nin bütün diğer komşularının benzer sorumlulukları var. Aynı zamanda ABD’nin sorumlulukları var, Arap dünyasının var, Avrupa Birliği’nin var, NATO’nun var. Yani bütün ilgili tarafların sorumlulukları var” dedi.
Jeffrey, “Biz bütün bu ülkelerin çözüme dahil olması gerektiğine inanıyorum. Birleşmiş Milletler liderliğinde siyasi bir çözüm olmasını istiyoruz. Bir askeri çözüm kabul etmiyoruz biz. Suriye devletinin İran ile beraber yaptıklarının ne olduğunu hepimiz biliyoruz zaten. Her düzeyde çok hızlı olarak çalışmalarımızı devam ettirmemiz gerekiyor. Başkan Trump ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın direkt olarak insani yardım konusunda ne yapılacağını ele alma konusunda görüşmesi de gündem de tabi. Özellikle de en direkt yanıt olarak yapabileceğimiz şey bu. Ama bunun ötesine geçmemiz gerekiyor” şeklinde konuştu.